KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIMIN STRATEJİK ÖNEMİ
Bugün burada sizlere dünyada etkisi hızla artan küresel iklim değişikliğiyle gıda ve tarımsal ürünlerinin stratejik öneminden bahsetmek istiyorum.
Bilimsel çalışmalar; iklim değişikliğinin, sel, kuraklık, don ve fırtına gibi sonuçlar doğuracağını, önlem alınmaz ise de bu olayların daha sık ve daha şiddetli yaşanacağını ön görüyor.
Dünya nüfusunun hızla arttığı günümüzde, beslenmenin önemi de artmaktadır.
2016 yılında yaklaşık 7 milyar 500 milyon olan dünya nüfusunun, 2050 yılında 9 milyarı aşacağı tahmin ediliyor.
Birleşmiş Milletlere bağlı Gıda ve Tarım Örgütü(FAO) küresel ısınma seviyesinin 2 dereceyi geçmesi halinde dünyada açlık çeken 800 milyon, yoksulluk çeken 1 milyar 200 milyon insan sayısının daha da artacağının uyarısını yapıyor.
Uluslararası kuruluşlar tarafından açlık tehlikesinin ne denli büyük bir tehdit olduğu vurgulanarak, önlem alınmadığı takdirde, gelecek yıllarda gıda maddelerinin eksikliğinden ve artan gıda fiyatlarından daha fazla ve çaresizlik içinde bahsedileceği ifade ediliyor.
Bilim insanları; ‘’Tüm dünyayı sarsacak olan küresel kriz, ne petrol, ne enerji ne de finans sektöründe olacak, kriz tamamen gıda ve su kaynakları üzerinde kendini gösterecektir.’’ diyerek endişelerini ifade ediyor.
Küresel iklim değişimi, tarım alanlarının azalmasına, ciddi verim kayıplarına ve gıda fiyatlarının tehdit edici yükselişine neden olacağı ve gıda krizinin çıkabileceği dair senaryoları güçlendiriyor.
Daha yakın bir zamanda 2007 ve 2008 yılında yaşanan şiddetli kuraklık tüm dünyada üretimi olumsuz etkiledi. Tarımsal üretim büyük darbe aldı. Küresel piyasalarda artan talebin karşılanmasında zorluk yaşanacağı endişesi fiyatları rekor seviyede arttırdı.
Filipinler, Endonezya, Myammar ve Bangladeş’e kadar pek çok ülkede ayaklanma ve iç karışıklıklara neden oldu. Mısır, Hindistan ve Endonezya kendi stoklarını korumak amacıyla pirinç ihracatını yasakladı.
2 milyar 659 milyon kişi ile dünya nüfusunun yüzde 36.40’ının yaşadığı Çin ve Hindistan’da tüketim alışkanlıklarının değişimi nedeniyle tahıl talebindeki artış ve petrolün varil fiyatının 147$’a çıkması nedeniyle biyoyakıt üretiminin artması, dünya borsalarında tarım ürünleri fiyatlarını hızla tırmandırdı.
Küresel piyasalardaki gerginlik nedeniyle gelişmekte olan ülkeler 2008 yılında global ekonomik krizden etkilendi.
2010 yılında dünya buğday ihracatında söz sahibi Rusya, Ukrayna ve Kazakistan’da 130 yıl sonra yaşanan aşırı kuraklık nedeniyle buğday hasadında ciddi oranda kayıp yaşandı. Rusya buğday ihracatını durdurdu. Dünyada buğday fiyatları yüzde 60 arttı.
Dünyanın en büyük mısır üreticisi, soya ve buğday tedarikçisi, dünyadaki önemli tarım ürünleri piyasasını yönlendiren ABD’nin 1956 yılından sonra 2011 yılında gördüğü en sert kuraklığın yarattığı arz korkusu nedeniyle fiyatlar zirve yaptı. Buğday fiyatları yüzde 40, mısır fiyatları yüzde 51 arttı.
Küresel iklim değişikliği, sel, kuraklık ve orman tahribatı ekosistemi tehdit ediyor. Yer altı ve yer üstü sularında kirlenme biyo çeşitlilikte azalmaya neden oluyor. Bilinçsizce yapılan sulama, ilaç ve gübre kullanımı toprağı verimsizleştiriyor. Olumsuz etkenlerin baskısı su havzalarının kurumasına ve akarsuların yok olmasına neden oluyor.
Küresel iklim değişimi, su varlıklarının ve çevrenin korunması, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması ile ilgili zirve toplantıları ve etkinlikler yapılıyor. Ancak istenilen sonuç elde edilemiyor.
Doğal afetler, tarımsal üretimin azalmasına neden oluyor. Bunun doğal sonucu olarak arz edilen miktar talebi karşılamıyor. Gıda fiyatlarında spekülasyon yapılıyor. Günümüzde gıda ürünleri, en önemli yatırım aracı oldu. Bu durum tüm dünyada fiyat artışlarına neden oluyor.
Dünya nüfusunun arttığı, tarımsal üretim ve gıda arzının azaldığı, küresel gıda krizinin yaşanabileceği endişesinin olduğu bir ortamda, her ülkenin kendi iç tüketimini karşılayacak ve üretimi kalıcı bir şekilde arttıracak önlemleri alması gerekmektedir. Bir söz vardır, “Kuş konduğu dalın kırılmasından korkmaz, çünkü güvendiği dal değil, kendi kanatlarıdır”. Dünyada bir gıda krizi yaşandığında, gıda ihtiyacının nereden ve nasıl karşılanacağı konusu her ülke için çok ciddi bir problemdir. Söz konusu gıda olunca, her ülke kendi vatandaşının yiyecek ihtiyacını karşılayıp halkının gıda güvencesini sağlaması gerekir.
İklim değişikliği, nüfus artışı, tüketimin artması, doğal alanların hızla yok edilmesi, bitki ve hayvan sağlığındaki olumsuzluklar geleceğe yönelik en büyük risklerdir.
Bilim insanları tarafından gıda da yaşanacak bir krizin, küresel barışı bozan bir güvenlik krizine neden olabileceği ifade ediliyor. Bilindiği üzere 1973 yılında ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” demiştir. Bu sözleri çok manidar olup, tarım ve gıdanın stratejik önemini gözler önüne sermektedir.
Dünyada ürün bolluğu ve ucuz ithalat dönemi sona eriyor. Önümüzdeki yıllarda dünyada gıda fiyatlarında ciddi artış yaşanacak. Dünyanın en büyük endişe kaynaklarından biri haline gelen üretim eksikliği ve gıda fiyatlarında artış, ancak üretimi arttırarak olumlu hale getirilebilir. Her ülke özellikle stratejik ürünlerde öngörülü davranarak yaşanacak mücbir sebepleri de göz önüne alarak halkının gıda güvencesini sağlayabilmek için kendi kendine yeterli üretimi yapmalıdır.
Bu çerçevede, hiçbir ülke beslenmek gibi yaşamsal bir konuyu ‘nasıl olsa ithal ederim’ diyerek, başka bir ülkeye ihale demez. Her ülkenin kendi topraklarında iç tüketimini karşılayacak kadar üretim yapması gerekmektedir.
Mustafa Kemal ATATÜRK; “Üreticilerden yoksun olan milletler üretenlerin esiri olur. Milli ekonominin temeli ziraattır. Köylü milletin efendisidir” diyerek bir ülke için üretimin ve üreticinin ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır.
Dünyanın ekili arazilerinin neredeyse üçte biri geçtiğimiz 40 yıl içinde erozyon nedeniyle terk edildi.(Kaynak: TEMA)
2000 yılında dünya nüfusunun yüzde 60’ı kırsal kesimde yaşarken, bu oranın 2050 yılında yüzde 30’a düşeceği ifade edilmektedir. Problem sadece ekilebilir alanların daralması değil, üretimde çalışacak insanların azalması da ciddi bir sorundur.
Ülkemizdeki durum ise; 1927 yılında yüzde 76 kırsal kesimde yaşayan nüfus oranı, günümüzde yüzde 20’nin altına düştü. Tarımsal merkezleri genç nüfus hızla terk edip kentlere göç ediyor, kalan yaşlı nüfusun toprağı işleyebilmesi zorlaşıyor. TÜİK verilerine göre işsizlik en yoğun genç nüfusta gözleniyor. Genç nüfus teşvik edilerek tarıma yönlendirilirse doğduğu yerde doymaları sağlanırsa, işsizliğin önüne geçilebilir.
Tarım sadece toplumun gıda ihtiyacını karşılamak değildir. Türkiye’de tarım sektörü, başta sanayi olmak üzere pek çok sektöre hammadde üretir ve istihdam sağlar. Türkiye; coğrafi konumu, genç nüfusu ve iklimsel özelliği sayesinde, tarım alanları her ne kadar erozyonla azalsa da ve tarım amacı dışında kullanılsa da, mevcut topraklarımızla pek çok ülkeye kıyasla avantajlı durumdadır. Türkiye bu potansiyelini doğru kullandığı takdirde, iç tüketimini karşılayacak ve daha fazlasını üreterek ihracatını arttıracaktır. Dış ticaret açığına çare olacaktır. İhraç edilen tarım ürününün maliyetinin yüzde 80’i çiftçimizin el emeği alın teridir.
Çiftçimizin yaşam standardı güvence altına alınırsa, halkımızın gıda güvenliğine uygun beslenmesi, sosyal ve ekonomik olarak da refah içinde yaşaması sağlanır.
Sağlıklı güvenilir gıda için verimli toprağa, temiz suya ve insana ihtiyaç vardır. Gezegenimiz insan eliyle değişiyor. Tabiat hoyratça tahrip ediliyor ve sular kirletiliyor.
Yaşamanın temel kaynağı olan toprak, su, hava ve orman ekosistemlerin birbiriyle etkileşiminin önemine daha fazla dikkat çekilmelidir. Sürdürebilirlik adına gereken hassasiyetin gösterilmesi, varlıkların korunması daha fazla ön plana çıkartılarak sonuca gidilmelidir.
Bir Kızılderili reisinin herkese ders olacak şu sözleri çok anlamlı; “Son ağaç yok olduğunda, son ırmak kuruduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
İnsanların yaşamak için yeterli gıdayı almaları ve bu gıdaların sağlık yönünden güvenli olması insan haklarının esasını oluşturmaktadır.
FAO zirve toplantılarında, ülke yöneticilerinin yeni politikalar üretmek durumunda olduklarına, nüfus artışına paralel üretimin artması gerektiğine dikkat çekiliyor.
Bugün dünyada 2 milyar insan yeterli beslenmiyor. Oysa dünyadaki mevcut tarımsal üretim, tüm dünyayı fazlasıyla doyurabilecek düzeydedir.
1 milyar 300 milyon insanın obez olduğu dünyada; açlığın nedeni, kaynakların adaletsizce bölüşümüdür. Bu insanların ekonomik güçlerinin yetmemesine bağlı olarak gıdaya ulaşamamalarıdır. Bugün dünyada bir yandan açlık ve yoksulluk, diğer yandan obezite ile mücadele ve israf gündemden düşmüyor.
İnsan Hakları Evrensel beyannamesinde de belirttiği gibi insanların temel gereksinimi olan gıdanın eşit ve adil dağıtılmadığı bir dünya güvenli değildir.
Mahatma Gandi “Dünya, herkesi doyuracak kadar kaynağa sahiptir. Ama herkesin açgözlülüğünü doyuracak kadarına değil” başka bir ifade ile “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsına yetecek kadarını değil” demiştir.
Bugün gelinen nokta itibariyle insan sağlığının gerektiği kadar önemsenmediği ortaya çıkıyor. Ekonomik gücün ve hırsın her şeyin üstüne çıkması gelecek için gerçekten ürkütücü bir durum.
Dünyada olduğu gibi ülkemizin de küresel iklim değişikliğinin tehditleri ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Ekilebilir alanlar azalıyor. Asırlardır bilgi birikimi ile ıslah edilen doğal tohumlarla tamamen doğal şartlarda gerçekleştirilen organik üretim giderek azalıyor. Balık çeşitleri ve yerel tohumlar birer birer yok oluyor.
Tohum doğanın insanoğluna bahşettiği, çok önemli bir yaşam kaynağıdır.
Tarımın çok eskilere dayandığı ülkemiz coğrafyasında yapılan kazılarda 10-11 bin yıl öncesine ait en eski tahıl, bakliyat ve diğer bitkisel örnekler depo ve kiler olarak kullanılan bölümlerde, mezar ve mekan iç dolgularında görüldü.
2016 yılında İnönü ilçesi yakınlarında ki M.Ö 6 bin yılına ait Kanlıtaş Höyüğün’de gerçekleştirilen kazılarda Karaburçak, Kaplıca buğdayı, Arpa, Yoğurt otu gibi Anadolu’nun 8 bin yıllık tahıl örnekleri bulundu.
Hattuşaş’ta yapılan kazılarda buğday silolarında kömürleşmiş halde buğday ve kırmızı mercimek taneleri bulundu. Kırmızı mercimeğin Mezopotamya ovasında çok eski zamanlarda yetiştirildiği bilinmektedir. Buğday örnekleri de incelendiğinde geçmişi 10 bin yıl öncesine dayanan ve ‘’Hitit Buğdayı’’ olarak adlandırılan SİYEZ buğdayı olduğu anlaşıldı.
Kastamonu ihsangazi’de o dönem üretildiği söylenen 14 kromozomlu kendine has yapısıyla genetiği değişmemiş şekilde yapısını koruyan ‘’SİYEZ’’ tüm buğday çeşitlerinin atası olarak kabul edilir.
Bugün aynı bölgede hiçbir kimyasal kullanılmadan, eski usullerle ekimi yapılmaktadır. Orakla biçilip, patozda harman edilip, güneşte kurutulup, taş değirmenlerde öğütülmektedir.
Anadolu’da M.Ö 7 binli yıllara ait olduğu tespit edilen Nohut çeşitlerine rastlanmıştır.
Araştırmalara göre sarımsağın tarihi insanlık tarihi kadar eskisidir. Tarihin ilk çağlarında Sümerlerin sarımsağı bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları elde edilen arkeolojik kazılardan anlaşılıyor. Asırlar boyu halk tarafından her derde deva olarak kullanılan ve İbni Sina’nın eserlerinde yer alan sarımsak bugün modern tıbbın önemli bir hammaddesi konumunda.
Taşköprü sarımsağı yetiştirildiği toprak özelliğinden dolayı dünyada üretilen diğer sarımsaklara göre önemli ayrıcalığı ise içeriğinde selenyum bulunan bir sarımsak çeşidi olmasıdır. Taşköprü sarımsağının kendine has özelliklerini ve standardını koruması için 2014 yılında 50 dönüm arazide ‘’İyi Tarım Uygulaması’’ projesini gerçekleştirdik. Ayrıca Kastamonu Üniversitesi ile iş birliği yaparak Coğrafi işaretli Taşköprü Sarımsağının korunabilmesi için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Yerli tohumla gerçekleştirilen İyi Tarım Uygulamaları çevre, toprak ve tohum açısından fayda sağlamaktadır.
Yaşamın güvencesi, gıda ihtiyacının temel varlığı olan topraklarımızın, ormanlarımızın, suyumuzun ve yerli tohumlarımızın kıymeti bilinmeli ve korunmalıdır. Daha iyi bir ekosistemi etkileşimi için toprak, su ve orman kaynaklarının daha etkin ve bilinçli kullanılması gerekmektedir.
Artan şehirleşme ve teknoloji çocuklarımızın toprak, su, orman ve denizin önemini bilmeden tarla ve bahçeyi görmeden büyümelerine neden oluyor. Eğer böyle giderse çocuklar meyvenin ve sebzenin manavda, kuru gıdanın markette yetiştiğini, balığın balıkçıda üretildiğini zannedecekler.
Yaklaşık 36 yıl ülkemizde gıda sektöründe hizmet veren bir şirket yönetimi olarak Kurumsal Sosyal Sorumluluk projelerimizle çocuklarımıza Küresel iklim değişimi, çevrenin korunması, toprak ve su bilinci, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği, yerli ve yerel tohumların kıymetinin ve daha sağlıklı olduğunun bilinmesini hedefliyoruz.
Ayrıca çok önem verdiğimiz obezite ile mücadelede farklı projelerle çocuklarımıza yerli tohumlardan doğal şartlarda üretilen kendine ait kokusu ve lezzeti olan bitkisel ürünleri sevdirmeyi, sağlıklı beslenmeyi, geleneksel sofra kültürümüzü ve değerlerimizin korunmasını amaçlıyoruz.
Konvansiyonel/Endüstriyel tarım artıyor. Malum çileğin, domatesin, salatalığın, biberin eski kokusu tadı kalmadı. Maalesef gıdaların içeriği farklılaştı, damak tatları değişmeye başladı.
Yerli tohumlar kullanılarak yetiştirilen doğal ürünler daha sağlıklı ve güvenlidir. Kendine ait kokusu ve lezzeti vardır.
Reis ailesi olarak 2009 yılında ‘‘Geleneksel Lezzetler Sağlıklı Nesiller’’ sloganıyla başlattığımız “Obezite Önlenebilir” kampanyamızda, ‘‘Abur Cubur Olacağı Budur’’ “Abur Cubura Karnımız Tok” diyerek obezite farkındalığı yarattık. 2015 yılında ise “Ev Yemeği Sofrada, Hesap Ortada” kampanyamız ile ev yemeğinin önemini vurguladık. 2016 yılındaki projemiz ‘’Evde Yemek Var’’ ile devam etti. 2017 yılında da sağlıklı bir toplum için ‘’ Tüm Sevdikleriniz Sofrada Buluşuyorsa Hayat İşte O Zaman Tamam. ‘’ kampanyamızla sosyal sorumluluk projemizin sürdürebilirliğini sağladık.
Yönetim Kurulu Başkanı olarak; bugüne kadar 40 Üniversite ve eğitim kurumlarında söyleyişi yaparak tarım ve gıdanın önemini, sağlıklı beslenmeyi ve yarının arayışları ile ilgili bilgi birikimimi ve öngörülerimi paylaştım.
1975 yılından bu güne tarım sektörünün içinde faaliyet gösteren bir birey olarak tarım ve hayvancılıkta yapısal sorunları ve çözüm önerilerini siyasilere, ilgili kurum ve kuruluşlara iletiyorum. Akıl verme durumunda değilim. Ancak; ülkem için çeşitli sivil toplum örgütlerinde görev yapmış bir işadamı olarak sorunları detayları ile birlikte ortaya koyup, iç tüketimin karşılanması ve ihracatın arttırılması ile ilgili çözüme ve doğru sonuçlara ulaşacak etkin ve kalıcı çalışmalar yapmaya, paylaşmaya ve gündemde tutmaya, sektörel sorumluluk anlayışımla devam edeceğim.
Türkiye tarımda teknolojiye yatırım yaparak daha yüksek verim alabilir. Bilinçli bir tarım; ürün kalitesini ve standardını arttırır, toprağı korur ve su kaybını önler. Ayrıca çiftçiye para kazandırır.
Sürdürülebilir bir tarım için tüm taraflar tarımı daha fazla önemseyerek ortak bir platform oluşturmalı, koordinasyon sağlanmalı ve uzun vadeli düşünülmelidir. Tabi ki yol kat ettik ama kat edeceğimiz daha çok yol var.
Sonuç olarak iklim değişikliğine çözüm getirmeden dünyamızı koruyamayız. İnsanları doyuramayız. Dünyada giderek artan nüfusun yoksulluk ve açlık çekmeden gıda güvenliğine uygun beslenebilmesi için; üretimin arttırılması bunula beraber gıda temini ve ulaştırılmasına tüm dünya ülkelerinin odaklanması gerekir.
Ayrıca bu dünyanın tek sahibi insanlar değildir, diğer canlıların da olduğu unutulmamalıdır.
Bir zamanlar sahip olduğumuz verimli toprakları, su kaynaklarını, sağlıklı bitkileri ve hayvanları gelecek nesillere bırakabilecek miyiz? Geleceğin çetin şartlarında, tarım ve hayvancılık yapabilecek miyiz? O günler nasıl olur, insanoğlunu neler bekliyor?
Açlığın ve yoksulluğun gündemde olmadığı bir dünya için gelecekte bizi bekleyen tüm olumsuzlukları biran önce idrak ederek tedbir almalıyız.
Tüm dünya ülkeleri açlığı ve yoksulluğu sona erdirmek için eşitsizlik, adaletsizlik ve iklim değişikliği ile mücadele konusunda uzlaşarak çalışmalara hız vermelidir.
Yöneticilerin bu yönde atacağı adımları destekleyerek, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada çalışmalarıma devam edeceğimi arz eder, saygılarımı sunarım.
Sürdürülebilir Tarımda Uygulamalar
· Tarım arazilerinin tarım amacı dışında kullanılmaması ve parçalı dağınık yapısına yönelik düzenlemelerin tamamlanması.
· Sulanabilen arazi miktarlarının arttırılması.
· Başta damlama sulama sistemi olmak üzere mevcut su kaynaklarının etkin kullanımının yaygınlaştırılması.
· Toprak ve suyu kirleten sanayi kuruluşlarına asla müsaade edilmemelidir.
· Gübre, ilaç kullanımı ve sulama konusunda üretici bilgilendirilmeli ve yönlendirilmelidir.
· Artan nüfus, beslenme zorunluluğu ve küresel iklim değişimi dikkate alınarak, toprak ve iklim şartlarına uygun yeni tarımsal üretim modelleri geliştirilmeli, üretim planlaması yapılmalıdır.
· Ekolojik olan yerli ve yerel tohumlar korunmalı ve ıslah edilmelidir.
· Verim ve kalitenin düşük olmaması için tedbir alınmalıdır.
· Tarım sigortasıyla üreticinin mağdur olmaması için ekilen ürün güvence altına alınmalıdır.
· Kamu kuruluşları, üretici ve sektör temsilcileri koordinasyon içinde çalışmalıdır.
· Genç nüfus tarımsal üretime özendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Çiftçilik cazip ve kârlı hale getirilmelidir.